1 Şubat 2009 Pazar

“öteki”: toplumsal paranoyanın şifresi

karşımda, üzerinde büyük harflerle "ŞÜPHELENECEK BİR ŞEY Mİ VAR?" yazılı afişler. altındaki "güvenliği ücretsiz arayın" teşvikiyle birlikte!
uçaktan yeni inmiş, brüksel’in kuzeyindeki bir istasyonda antwerpen’e gidecek treni bekliyordum bu afişlerle yüzyüze geldiğimde. dehşete düştüm!
olmayan fransızcamla bile afişin üzerinde ne yazdığını anlamıştım.

nasıl bir toplumsal paranoya yaratmaktır bu! herkesi birbirinden şüpheye düşürmek; tabii örtülü olarak yapılan işin aslı, batılıyı/beyazı/hıristiyanı "öteki"nden şüphelendirmek!
bu afişten sonra, insanın şüphelenmeyeceği varsa da "acaba?" der; kulağına kar suyu kaçmıştır bir kere! ne acımasız bir pompalamadır bu; insanı insana, toplumları toplumlara düşman eden!

afişin, sadece görseli değişen üç çeşitlemesi var; hepsindeki tedirgin olan "normal" insana karşılık birinde dişi bir pan, ikincisinde bir ortaçağ zırhı, üçüncüsünde bir hayalet bulunmakta.
belli ki afişi hazırlayan reklamcılar, içeriğin sertliğini “kabul edilebilir” kılmak, yumuşatmak için, belki de “ötekini” ürkütmemek için, şüphe uyandıran “şeyler” olarak sevimli figürleri seçmişler.
daha da önemlisi, bu figürlerin aslında batılıya "yabancı" olmamaları, tam tersine, batılının çok iyi bildiği ve hatta kökenini/geçmişini oluşturan efsanelerden, mitolojiden ve batıl inançlardan fırlamış olmaları. tekinsiz olan tek şey, bunların günümüz mekanlarında ortaya çıkmış ve üstüne üstlük kamusal ulaşım taşıtlarını kullanmak için zaman çizelgesine bakıyor veya bilet kuyruğuna giriyor olmaları.
yani bu figürler batılıya hem uzaklar (tarihsel olarak) hem de yakın (mekansal olarak); aynı “ötekiler” gibi; kültür, anlayış, din olarak uzak ama aynı kentlerde aynı ulaşım araçlarını kullananlar olarak onların aralarında, yakınında!

hayat ilginç tesadüflerle yüklü: belçika'ya gidiş nedenim, hayranı olduğum sidi larbi cherkaoui'nin "myth" (mit) adlı gösterisini seyretmekti.
yarı faslı yarı flaman olan sidi larbi kendisiyle yapılan bir söyleşide, gösterisi için çıkış noktası olarak aldığı mit olgusunu farklı kültürlere, geçmişlere, dinlere ait insanları yargılamadan yakınlaştıran, onların yalnızlıklarını azaltan insanlığın ortak belleği, ortak bilinçaltı olarak yorumlarken “saf kan batılı” aynı mitleri kendinden olmayanı/ötekini üstü örtülü olarak betimlemek için bir araca dönüştürüyor.
işte “batılı”nın esas sorunu: “öteki”yi yaratan kendisi.


neredeyse “öteki”ni hiç göstermeden, sadece “batılı”nın günümüzdeki bu hastalıklı halet-i ruhiyesini sakin sakin gözler önüne sermeye adanmış bir tiyatro oyunu istanbul’da yolunu yarıladı.
sezon başından beri dot bünyesinde murat daltaban rejisiyle ikişerli gruplar halinde oynanan mark ravenhill’in 16 kısa oyunluk “vur / yağmala / yeniden” projesi şu günlerde 4. gösteriye ulaştı.
4. gösteriyi oluşturan üç oyun “batılı”nın huzursuzluğunu bu sefer hastalık metaforu üzerinden anlatıyor, “savaş”ın etkisini arkaplanda da kalsa kaybettirmeden. bunlardan ilki “tahammülsüzlük”te tek başına oynayan tülay günal şimdiye kadarki oyunların en başarılı yorumcusu bana kalırsa.

4. gösterinin oyunları belki direkt olarak toplumsal paranoya hakkında bir laf etmiyorlar ama geçtiğimiz aylarda seyrettiğim 1. gösteri (“kayıp cennet” ve “dün meydana gelen bir olayda…”) ve 3. gösteri (“troyalı kadınlar” ve “dünyalar savaşı”) oyunları bu konuda bir balyoz gibi inmişti ruhlarımıza. kendi toplumlarının dışındakileri, onlara savaş açanları ötekileştiren "iyi" batılıları seyretmiştik.
[aslında o batılılara göre birer “öteki” olan biz türk seyircisinin aklına bu oyunları seyrederken acaba kendi “ötekileştirdiklerimiz” geldi mi hiç!]

oyunların metinleri çarpıcı ve murat daltaban’ın rejisi genel olarak belli bir düşünsel altyapıya sahip, ancak bence bu projenin en etkileyici yanı oyuncuların oyun öncesinde fuayede oyunun başlamasını bekleyen seyircilerin arasına karışmaları, onlarla oturmaları, belki gazetecilerle veya tanıdıklarıyla sohbet etmeleri.
murat daltaban’ın bilinçli bir tercihi mi bu durum, yoksa mecburiyetten (gerçek bir tiyatro mekanı olmayan bilsar’da kulis için bir yer düşünülmediğinden) mi gerçekleşiyor bilemiyorum ama kesinlikle can alıcı bir etkiye sahip olduğunu düşünüyorum.
eğer bilinçli bir seçimse daltaban’ı kutlamak şart! çünkü bu sayede seyircilere "aslında sahnedekiler sizlersiniz", sahnede neler oluyorsa aslında öyle düşünen, öyle hareket eden, kendisini kolayca “iyi” olarak tanımlarken kendisinden olmayanları “ötekileştiren” sizlersiniz demenin çok incelikli bir yolu bu.
ve bence ilk gösterilerde olduğu ve belki de ilerdekilerde de olacağı gibi seyircilerin üzerine yürümek, burnunun dibine kadar sokulup oynamak, onları parmakla göstermek ve taciz etmekten -ve maalesef çoğu zaman gülünç duruma düşmekten kurtulamamaktan- çok daha etkileyici bir yol bu!

“vur / yağmala / yeniden” projesinin sezon içindeki gösterilerine gidemeyenler, mayıs ayında bütün oyunların birarada sahneleneceği altı saatlik maratonu kaçırmasınlar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder